19 Kasım 2008 Çarşamba

İnternet Yasağı Türkiye'nin Markalaşmasına Darbe


"Bu yıl yayımladığım bir roman için çalışırken eski Türk filmlerini seyretmem ve eski güzel şarkıları dinlemem gerekti. Bu işi kolayca YouTube ile yapmıştım. Ama aynı şeyi şimdi yapamam. Çünkü YouTube ile birlikte yüzlerce yerli ve uluslararası web sitesine girmek, siyasi nedenlerle Türkiye'de yaşayanlara yasak."

Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, Frankfurt Fuarı açılışında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün gözlerine bakarak Türkiye'de giderek kanıksanan internet sitelerine erişim engelini böyle dillendiriyordu. Pamuk'un şikayeti hiç de haksız değil. YouTube, wordpress derken internetin Türkiye'ye girişinden itibaren erişimi engellenen site sayısı 1115'e ulaştı. Son olarak geçen ay dünya çapında 2 milyondan fazla üyesi olan ve günde 19 milyon ziyaretçi alan blogger.com'a erişim mahkeme tarafından engellendi.

Pamuk'un dediği gibi internet yasaklarından siyasiler mutlu olabilir ama Türkiye'nin itibarı giderek zedeleniyor. Çünkü Türkiye 2008 Dünya Özgürlükler Raporu'nda "Kısmen Özgür" olarak nitelenerek giderek olumsuz bir imaj edindiği belirtiliyor. Erişim engelleme kararlarına kullanıcı cephesinden eleştiriler yükselse de kimsenin harekete geçememesi aslında sorunun temelindeki aksaklıklara işaret ediyor. İnternet suçlarına yönelik yasanın asla uygulanmayan 9. maddesi, hükümete göre ihtisas mahkemelerinin avukatlara göre ise bilirkişi eksikliği gibi pek çok unsur internet davalarındaki tartışmaların bitmeyeceğini gösteriyor.

Reklamları vuruyor

Diğer yandan marka uzmanlarına göre bu kararlar asıl Türkiye'nin markalaşmasına engel oluyor. BrandAssist Genel Müdürü Muhterem İlgüner ve İletişim Atölyesi Marka danışmanı ve Kilowatt Reklam Ajans Başkan Yardımcısı Olgar Ataseven, imajın zedelendiğini belirtirken "Büyük bir reklam mecrasından ve yatırımdan da mahrum kalıyoruz" diyorlar.

Hukukçular ise artık bunun önüne geçmek için kolları sıvadı. YouTube'a gelen kapatma kararının ardından Tüm İnternet Derneği (TİD) ve Türkiye Bilişim Derneği (TBD) 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki Kanun'un düzeltilmesi için mahkemeye başvurdu. Halen devam eden davalar ışığında Türkiye Bilişim Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Bilişim Hukuku Uzmanı Avukat Mehmet Ali Köksal temel sorunun altını çiziyor: Bilirkişi eksikliği.

Türkiye orantısız güç uyguluyor

Türkiye'nin yurtdışında itibarının ciddi şekilde sarsıldığını söyleyen Köksal, "Yaptırım uygulanması ve hukuka aykırısı içeriğin kaldırılması doğrudur. Ama çok içerik barındıran sitelere erişimin engellenmesi ister fikir sanat eserleri kanununa ister medeni kanuna dayansın orantısız ve ağır bir yaptırım" diyor. Bugüne kadar verilen tüm kapatma davalarının temel olarak 5651 sayılı kanuna, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na (blogspot) ve Türk Medeni Kanunu'nun kişilik haklarının korunmasına yönelik maddesine dayandığını belirten Köksal, verilen tedbir kararlarının aslında Türk toplumunun haklarını ihlal ettiğine dikkat çekiyor.

Köksal, "Düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanıyor. Ayrıca toplum vicdanı rahatsız ediliyor" derken bu tür suçlarda uygulanması gereken cezanının da kaynağa yönelik olması gerektiğini vurguluyor. Köksal'ın da belirttiği gibi yurtdışındaki benzer davalarda ceza yayınlanan site yerine faile veriliyor. Avrupa Komisyonu'nun yayınladığı ve 2004 yılında yürürlüğe giren Sibersuç Sözleşmesi'ne göre siber suçlar uluslararası işlendiği için tek ülkenin yasaklama hakkı bulunmuyor. Ancak Köksal sözleşmenin yüzde 95'ini kanunlaştıran Türkiye'nin bu maddeyi benimsemeyerek tek taraflı cezalandırmaya gittiğine işaret ediyor ve ekliyor:

"5651'deki garip düzenlemeyi kaldırıp, maddelerden bazılarını düzeltip Avrupa gibi mücadele yöntemini seçmemiz gerekiyor."

Bilişimde bilirkişi yok

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'a göre internet davalarında yaşanan sorunların temeli ihtisas mahkemelerinin bulunmayışı. Oysa "Zamanla bu konuda ihtisaslaşmış mahkemelerimiz de olacak. Hangi sitedeki hangi eylem suç ise mücadele onunla sınırlı kalacaktır. Bu alanda yeterli ihtisaslaşmanın olmamasından kaynaklanan bir aksaklıktır, bunun da zamanla giderileceğini düşünüyoruz" diyen Bakan Yıldırım ile hukuk camiası aynı fikirde değil. Şu ana kadar gösterilen uzman mahkeme eksikliği bahanesini Köksal, "Bilişimle adam bile öldürülür. Uzman mahkeme yok diye cinayet cezasız mı kalacak? Bilişim hukukun bir parçası" diye yanıtlıyor.

Köksal'ın dikkat çektiği başka bir nokta ise giderek çoğalan internet davalarına karşılık bir bilişim bilirkişisinin olmayışı. Köksal şöyle devam ediyor: "Öncelikli olarak hakim ve savcıların aynı zamanda avukatların bilişimle tanışması gerekiyor. Bunun üzerine adli bilişim uzmanları yetiştirilmeli."

Ekşi Sözlük ve Pilli Network'ün de avukatlığını yapan İnternet Hukuku Uzmanı Başak Purut da "Hakimlerin Internet konusundaki teknik bilgi eksikliği ve ilgisizliği gelen taleplere ilişkin kararlarının orantısız, yanlış ve hukukun genel ilkelerine aykırı olmasına yol açıyordu. Sonrasında yürürlüğe giren 5651 sayılı yasanın internete ve engellemelere

bakışında da süregelen yanlış uygulamaları genelde destekleyen ve yasakçı bir anlayış hakim olunca hakimlerimiz bildikleri yoldan devam ettiler" diyor.

9. madde uygulanmıyor

Blogger.com'un engellenmesinin ardından Bakan Yıldırım, internet dünyası ve cezai müeyyideler konusunda daha önce yasal altyapı olmadığını hatırlatmıştı. Yıldırım keyfiliğin önüne geçmek için Atatürk'e hakaret başta olmak üzere ağırlıklı olarak sanal ortamda şans topları, kumar oynatmak, çocukların ve gençlerin cinsel istismarı konularla sınırlı olmak üzere bir yasa çıkarıldığını vurgularken avukat cephesinde yasa tam tersi yönde değerlendiriliyor.

internetle ilgili yasa çıkana kadar hukuki eksiklik olduğunu düşünmediğini belirten Purut, eski mevzuatın konuya gerçekten hakim olan bir hakim tarafından internete uyarlanmasının kolay, sonuç almanın da mümkün olduğunu ifade ediyor. Purut "5651 sayılı yasanın gerçekten faydalı bir maddesi var, 9.madde. O da bir türlü uygulamaya yerleşmedi" sözleriyle de sadece ilgili içeriğin çıkarılmasına yönelik 9. maddenin esasen hukuka aykırı içeriğin yayından çıkarılması nedeniyle başlatılıp sitelerin tümden kapatılmasıyla sonuçlanan tedbir süreçlerine güzel bir alternatif getirdiğini söylüyor.

Vatandaşın itiraz hakkı var

Purut da genel olarak engelleme kararlarında orantısızlık olduğundan yana. Şu ana kadar nihai olarak bir daha açılmamak üzere sitelerin kapatılmadığını vurgulayan Purut, "Yurt dışında da siteler erişime engelleniyor tabi ki ancak bu daha çok uluslararası kabul görmüş kurallara aykırılıktan gerçekleşiyor" diyor. Çocuk pornosu gibi konular dışında Avrupa ve ABD' de engelleme benzeri kararların alınmadığına dikkat çeken Purut, aslında uygulanan engelleme cezasında hakkı zedelenen Türk vatandaşlarının da bu zararın giderilmesini talep edebileceğini söyledi. Purut şöyle devam ediyor:

"Bu gibi engelleme uygulamalarında ilgilisi genelde kapatmayla ile birlikte haberdar oluyor zira ne 5651 sayılı yasada, ne de diğer yasalar çerçevesinde uygulanan tedbir kararlarında mahkeme muhatabına önceden haber vermek zorunda değil. Sonradan bilgilendirme zorunluysa da, genelde adresi bilinmediği iddiasıyla tebligat yapılmıyor. Vatan gazetesine dahi önceden tebligat yapılarak konunun tüm sitenin kapatılmadan halledilmesini tercih etmediğini gördük mahkemenin. Konudan haberdar olan site ilgilisinin kapatmaya konu olan içeriği hakkında tedbir kararı olduğu için çıkarması ve bu içeriğin çıkarıldığı bilgisiyle mahkemeye başvurması gerekiyor."

BrandAssist Genel Müdürü Muhterem İlgüner: YouTube'a erişimi yasak ülke olmak iç açıcı değil.Freedom In World 2008 raporuna göre Türkiye "sivil hayatta özgürlük" sınıflandırmasında "kısmen özgür" olarak tanımlanıyor. Basın özgürlüğü sıralamasında ise 173 ülke arasında 102. sırada. Dünyada artık her şey derecelendiriliyor, not veriliyor; "geçer" ya da "geçmez". Dünya insanının bir ülke ile ilgili algısı bu derecelendirmelere bağlı haberler ile gelişiyor. Buna bir de "YouTube"a erişimi engellenmiş ülke olarak eklenmek hiç de iç açıcı değil. İnsanlarına, yaşanılan çevre ve ortama verilen önem ülkelerin algılanmasını olumlu yönde etkiliyor. Tabii ki markasını da. Ayrıca sınırsız iletişimin nimetlerinden yararlanmak varken ondan doğan korkularla yaşamak çağdaş insana verilebilecek en büyük ceza olmalı. YouTube'da yayınlanan Atatürk karşıtı videoları da bir "kriz" olarak görmüyorum tam tersine bir "fırsat" olarak görüyorum. Dolayısıyla çözmemiz gereken, krizi nasıl yöneteceğimiz değil, bu fırsattan nasıl yararlanacağımız olmalı.

Kilowatt Reklam Ajans Başkan Yardımcısı Olgar Ataseven: Markamızı ve krizimizi yönetemiyoruz. Öncelikle Türkler Türklerden korkmasın. İnternet üzerindeki hareketin doğru olarak kontrol edilememesi başaramadığımız AB başlıklarından biri. Türkiye'de site erişimi ne getirilen engeller abartılmış durumda. Şahıs olarak yapılan bir şikayetin erişim engeline dönüşmesi dışarıda da olumsuz bir etki yaratıyor. Dünyanın gözünde interneti engelleyen, farklı bakış açılarına kapalı bir imaj çiziyoruz. Bu da "Kültürel mozaik " imajımıza tamamen ters düşüyor.

Bir ülkenin marka yönetimi de böyle olmamalı. Negatif algıya aynı kanaldan, aynı yaratıcılıkla cevap verilir. Bu kriz yönetimimin bir parçasıdır. Siteler engellenirken aslında Türk insanının bu algıyı düzel tmesi engelleniyor. Bu da dışarıda yanlış algıyı sabitliyor. Büyük bir reklam mecrasından ve yatırımdan da mahrum kalıyoruz. Yarın Google'da böyle bir sıkıntı çıkmayacağı ne malum. Herşeyi yasaklayarak ilerleyemeyiz. Markamızı ve krizimizi yönetemiyoruz.

Erişim engelleme üzerine alınan ihbarlar*

Gerekçe
İhbar

Fuhuş
1.335

Sağlık için tehlikeli madde temini
60

Uyuşturucu / Uyarıcı madde kullanımını kolaylaştırma
84

İntihara yönlendirme
279

Bahis / Kumar
69

Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkında kanundaki suçlar
1.499

Kumar oynanması için yer ve imkan sağlama
668

Diğer
112

Çocukların cinsel istismarı
1.498

Müstehcenlik
6.911

TOPLAM
12.515

* 1.10.2008 itibariyle

Erişimi Engelleme İstatistikleri

01.10.2008 itibariyle Erişimi Engellenen Site Sayısı : 1115

01.10.2008 itibariyle Re'sen : 863

01.10.2008 itibariyle Yargı : 252

Toplam İhbar Sayısı : 25.159 adet (12.515 Gerekli, 6.883 Gereksiz, 5.761 Mükerrer)

İhbar Edilen Alan Adı Sayısı : 6.566 adet

5651 sayılı kanun gereği kapatma gerekçesi olan suçlar

1. İntihara yönlendirme

2. Çocukların cinsel istismarı

3. Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma

4. Sağlık için tehlikeli madde temini

5. Müstehcenlik

6. Fuhuş

7. Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama

8. Atatürk'ün hatırasına hakaret veya sövme

"Bu yıl yayımladığım bir roman için çalışırken eski Türk filmlerini seyretmem ve eski güzel şarkıları dinlemem gerekti. Bu işi kolayca YouTube ile yap...

Radikal Gazetesi /Nazlı Topçuoğlu

14 Kasım 2008 Cuma

Batı İle Doğu Arasında Bir Yerde...

Coğrafi konumumuzu belirtmek için hep bu tanım kullanılır. Köprü olduğumuz bile söylenir. Bir sentez oluşturduğumuz, kültürleri birleştirdiğimiz için şanslı bir konum olduğu bile söylenebilir. Ancak, global rekabette nasıl bir pazarlama avantajına sahip olduğumuzu irdelemeye başlayınca, ortada bir yerde olmanın avantaj değil, tam tersine dezavantaj oluşturduğunu görürsünüz.
Pazarlama bir savaştır ve savaşta ortada kalmanın ne demek olduğunu tarih sayfaları pek bir güzel anlatır.
Pazar rekabeti açısından, Türkiye bugün, çaresiz orta noktadır; desperate middle! Doğu’da ucuz iş gücü ve kuralsız yaşam ürün ve hizmet fiyatlarını aşağıya indirmeye; Batı’da yerleşik pazarlama zihniyeti ve çözüm yeteneği ürün ve hizmet fiyatlarını yükseltmeye imkan vermektedir. Türkiye ise her ikisini de yapamamaktadır. Ortada kalmak çok kötü!
Türkiye’nin dış ticaret rakamları zaten bu durumu kanıtlamakta. Dış satımımızı gerçekleştirmek için yaptığımız harcama dış satımdan elde ettiğimiz gelirden daha fazla. Hem de ciddi fazla. Üstelik biz dış satımımızı arttırdıkça bunun için yaptığımız harcama biraz daha fazla artıyor. Pirus zaferi!
Fiyatları Doğu gibi aşağıya çekme şansımız yok. Çünkü biz kurallara uygun olarak çalışmak, yaşamak için anlaşmalara imza attık, atıyoruz. Biz çevreyi korumak için daha fazla harcama yapmak zorundayız. Biz çalışanların koşullarını iyileştirmek için daha fazla harcama yapmak zorundayız. Durum adil değil.
Peki, fiyatları Batı gibi yukarıya yükseltme şansımız? Bir tek o şansımız var, ama henüz bu şansı kullanamıyoruz. Çünkü nasıl yükselteceğimizi bilmiyoruz.
Ürünleri ürün olarak sattığımız sürece bu şansı elde etme imkanımız yok. Ürünleri ürün olarak ortaya koyarsanız fiyatları mukayese edilir. İşte bu noktada kaybediyoruz, açık veriyoruz. Ürünlere bir şey katmamız gerek. Etrafına öyle bir koza örmeliyiz ki elle tutulamasın, gözle görülemesin ama para etsin! Zaten maliyetleri düşürmenin bir sınırı var, çok az oynama yeriniz olur. Fiyatları yükseltmek öyle mi? Plastik çantaların astronomik rakamlara satıldığını görünce bu işte sınır olmadığı kolaylıkla anlaşılır.
Bu sütunlarda ürünleri ürün olarak satılmaktan kurtaran yöntemleri tartışacağız. Batı tarzı, çağdaş pazarlama anlayış ve davranışının firmalara, yörelere, ülkelere nasıl refah ve itibar kazandırdığını inceleyeceğiz. Dersler çıkarmaya çalışacağız. Yeni pencereler, kapılar açmaya yardımcı olmaya gayret edeceğiz.
Türkiye son 30-35 yılını sosyo-ekonomik yaşamı Batı tarzından çok farklı bir şekilde geçirdi. Sanki bir fanus içinde yaşadı, farklı gazlar soludu, farklı çözüm yolları ve davranış şekilleri geliştirdi. Soluduğumuz gazlar yüksek enflasyon ve yüksek faiz gazlarıydı. Bugün olayları nasıl analiz ediyor ve nasıl çözüyor isek bu kalıtımsal miras bundan sorumlu. İşimiz zor. Ama ortada kalmak daha zor.
Öyleyse, haydi Türkiye; ürünlerden daha fazla para eden bu kozayı örmeye başlayalım; dış ticaret dengesini kalıcı şekilde ve açık ara lehimize döndürelim, makus talihimizi değiştirelim! Ancak bunu yaparken Batı’nın başarı hikayeleri kitaplarını ortasından ya da son paragrafından başlayarak okumayalım. Çileli bölümlerinden sıkılıp atlamayalım. Eski alışkanlıklarımız terk etmemiz gerekecek. Eski silahlarımızla ve fanus içindeyken geliştirdiğimiz tekniklerle bu savaşı kazanmamız mümkün değil. Zihniyetimizi yenilememiz ve çözüm yollarımızı radikal şekilde değiştirmemiz şart.
Büyülü kozayı çılgın fikirlerle, tesadüfen örme şansımız da olabilir. Ancak nadiren. Biz işi şansa bırakmayalım. Önce, bir strateji doğrultusunda, disiplinli davranmayı ilke edinelim. Makul bir süreç olacağını ve bir bedel ödeneceğini peşin kabul edelim. (Neler yaparsak sürecin çok kısalacağını ve ödenecek bedelin nasıl azalacağını ileri sayılarda göreceğiz.) Bu süreç ve bedelin, hiç tecrübesi olmayanlar tarafından ortaya konduğu gibi, çok uzun ve çok yüksek olduğuna itibar etmeyelim. Dünya aksini kanıtlayan onlarca örnek ile dolu!
Muhterem İlgüner

13 Kasım 2008 Perşembe

Doğu’ya, Güneydoğu’ya Taşınınca Tekstilin Derdi Biter mi?

Ankara Giyim Sanayicileri Derneği (AGSD) Başkanı Canip Karakuş, hazır giyim ve deri sektörü için eylem planı hazırlayan hükümetin önerisini iyi niyetli bulduklarını ancak asıl sorun olan ''markalaşmanın ıskalandığını'' ifade etti. Karakuş, yazılı açıklamasında, yüksek kaliteli ve yüksek fiyatlı ürünler üreterek markalaşma kültürünün yerleşmemesi halinde Türkiye'nin sektörü ayağa kaldıramayacağını belirtti. Karakuş şöyle devam etti: "Tonlarca bez parçası satıp, 1 metre marka alıyoruz. Hiçbir ülke, tek tip sosyalist tarz giyim üretimiyle bir yere varamamış. Sosyalist değil, sosyetik tip üretim şart. Türkiye dünya sosyetesini giydirmeyi hedeflemek zorunda. Türk hazır giyimi markalaşıp Paris Hilton, Britney Spears, Cameron Diaz'ı hedef müşterisi olarak görmeli." (SABAH- 14 Eylül 2008) Sn. Canip Karakuş’un haklı bulduğumuz beyanı içerisinde yer alan “markalaşmanın ıskalanması” gerçeği tam olarak yansıtan bir ifade olmuş. Doğrudur, Türk tekstil, hazır giyim ve deri sektörü markalaşmayı ıskalamıştır. 1 Ocak 2005’de Türkiye’nin yeni bir döneme girdiği ve bu dönemde küresel rekabet ile tanışacağı, Türkiye’nin “yüksek faiz – yüksek enflasyon” ile kayıp ettiği son 30-35 yılda ileri dünyanın pazarlama ile uğraştığı ve markanın gücünü keşfettiği, yeni dünyada bundan böyle fiziki varlıklarla değil fiziki olmayan varlıkları iyi yöneterek para kazanılacağı bizler tarafından sayısız ortamda sayısız defa dile getirilmiştir. 4 yıl sonra sektörün temsilcileri tarafından da onaylanmaya başlanması en azından umut verici kabul edilmelidir. Sadece maliyetleri düşürerek amaca ulaşılamaz. Doğu ve G.Doğu’ya taşınan üretici maliyet düşürücü unsurlarla teşvik edilecektir. Böylece ürettiği ürünlerde maliyet avantajı elde edecek, sonucunda rakipleri ile aynı fiyata satsa bile daha fazla kar edecektir ya da düşük fiyatla daha büyük pazar payı elde edecektir. Unutulmamalıdır ki diğer ülkelerdeki rakipler de aynı yol ve yöntemlere başvurmuş olabilirler veya başvuracaklardır. Maliyet avantajı, çağımız rekabet ortamında, etkisi sınırlı bir avantaj fırsatı olmaktadır. Hele, yaratıcı-yenilikçi bir temele dayanmayan, çok kolaylıkla kopya edilebilecek maliyet tedbirleri ile kalıcı ve sürdürülebilir bir pazar başarısı elde edilemez. Sadece bize özgü yepyeni bir dağıtım – lojistik sistemi buluşu mu yaptık, üretimde kullandığımız teknoloji rakipsiz mi, yoksa enerjide devrim mi yaptık? Hayır. İleri dünyanın onlarca yıl önce keşfettiklerini uyguluyoruz, üretimde kullandığımız makine ve ekipmanı onlardan alıyoruz, yeni bir şey yapmıyoruz. Öyleyse bu tedbirlerden, bölgesel işsizliğe çare ve göçü önleme dışında kalıcı ve sektöre ilintili bir avantaj beklememek gerekir.
Tüketicinin, rakibe ödediğinden daha fazlasını, gönüllü olarak ödeme isteği başarıya götürür. Bunu sağlamak için, fiziki varlıklar ile – fabrika, makine gibi – uğraştığımızdan daha fazla, fiziki olmayan varlıkları önemsememiz ve yüceltmemiz gerekecektir. Patent, lisans anlaşmaları, isim hakları gibi fiziki olmayan varlıkların en değerlisi markadır. Marka, çok başarılı bir pazarlama stratejisinin çok başarılı bir şekilde yönetilmesi sonunda tüketici tarafından verilen ödüldür. Karşılığı; yüksek kar ve yüksek sadakattir. Buraya ancak rakibinden farklı davranarak, zihnine taht kurarak ulaşılır. Çağdaş pazarlama bunların nasıl olacağını adım adım anlatmaktadır. Türk tekstili ısrarla bu anlatılanları uygulamamaktadır. Temel sorun burada yatmaktadır. Konu “geçiştirilmekte”, “yeni bir dükkan – hoş bir reklam” ile durum idare edilmektedir. “Markayı ıskalamak”tan bunu anlıyoruz. Bize göre; tekstil-hazır giyim-deri, her ne derseniz deyin, insanların “bürünme”sinde etkili 3 ana etken vardır; 1. Moda: Aşağıda TDK’nın belirttiği gibi, “geçici yenilik”tir; 1 . Değişiklik gereksinimi veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik. 2 . Belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük.
3 . sıfat Geçici olarak yeniliğe ve toplumsal beğeniye uygun olan: "Moda şapka."- . Bu yeniliklere yön verebilmek için dünyanın sizi yön verici olarak algılaması ve kabulü gerekir. Varsayalım Türkiye dünya modasına yön verebilecek bir ülke, bir toplum olarak kabul edildi, “geçici” olma özelliği yine bizim derdimize çare olmayacaktır. 2. Tasarımcı Gücü-İmzası: Ünlü tasarımcılar attıkları imzalar ile ürünlerine artı değer ilave ederler. Onlar var olduğu sürece imzaları para eder. Ancak etkinliklerini yitirmeye başlayınca imzaları da daha az para eder hele yaşama veda edip göçünce değeri iyice düşer. Siz hiç öldükten sonra yeni tabloları ortaya çıkan ressam tanıdınız mı? O’na benzer yapılsa bile artık hiçbir zaman o olmayacaktır. Tasarımcının gücü de imzasının ömrü ile sınırlıdır. Evet, Türkiye’de yaşayıp Türkiye’de üreten ünlü Türk imzalara ihtiyacımız var ancak onun da etkisinin sınırlı olacağını göz ardı etmemek lazım. 3. İhtiyaçları Keşfetmek-Sorunları Gidermek: Bizce Türkiye’nin başarması gereken öncelikli konu budur. Eğer Türk tekstili bu konuda önemli başarılar elde ederse moda ve tasarım gücü açısından algıların değişmesine, kapıların açılmasına sebep olabilir. Tüketicilerin ihtiyaçlarını keşfetme ya da sorunlarını giderme uğruna yapılacak her türlü yaratıcı-yenilikçi ürün/hizmet, hiçbir ön yargıya bağlı kalmaksızın, dünya insanı tarafından itibar görecektir. Kaldı ki çok uzun süre kalıcı başarı sağlamanın tek yoludur. Aşağıdaki örnekler tüketicilerin kaç yıllardır gönüllü olarak daha fazla ödeme isteğini sağladığının kanıtıdır: a. Lacoste: Tenis ve golf oyuncularının terlemelerinin azaltacak, hava alan örgü kumaştan üst b. Burberry: 1.Dünya Savaşı’nda başlayan, su geçirmez, dayanıklı trench-coat c. Barbour: Av, yürüyüş gibi dış mekan tutkunları için özel kumaştan üst d. Levi’s: Madenciler için kaba kumaştan dayanıklı pantolon İrili-ufaklı bu örneklerden yüzlercesini sergilemek mümkün. 50 yıldan daha uzun bir süredir sahibine güç ve refah sağlayan markalar bunlar. Türk tekstiline gereken; tüketici için fark yaratan yaratıcı-yenilikçi ürün veya hizmetler üretmesi ve bunları çağdaş pazarlama kuralları doğrultusunda pazarlamasıdır. Bunun da kısa adı; m a r k a ‘ dır. Önce bu konuyu halledecek, daha sonra bu öz fikre uygun tasarlayacak ve daha sonra “reklam-dükkan” düşünecektir. Türkiye makus talihini ancak böyle değiştirebilir. Gerisi, sonu ötelemekten başka bir şey değildir.
Muhterem İlgüner

Muhterem İlgüner’in ArciPark Sunumu


Uploaded on authorSTREAM by brandassist

Türkiye'nin En Değerli Markaları